“SIBUR for Clients” is an online magazine published by SIBUR for clients and partners.
Bağlantı İle Üye Ol Bağlantı İle Üye Ol
İptal
TrTürkçe
  • Haberler
  • Ürünler ve Servisler
  • Trendler
  • Bağlantı İle Üye Ol
  • © PAO SIBUR HOLDING, 2025

    Bu durum aslında şaşırtıcı değildir, çünkü plastik ürünlerin seri üretimi 1960’lı yıllarda başlamıştır. Ancak bazı gazeteciler ve blog yazarları, bu basit konuyu gizemli ve tehlikeli bir sansasyona dönüştürmüştür. Hatta bazı yazarlar, mikroplastiklerin insan ömrünü kısalttığını iddia etmektedir. Peki, bu korkutucu iddialara inanmalı mıyız? Gelin, konuyu daha yakından inceleyelim.

    Tozlu Gezegen

    Hepimizin cesaretini toplayıp kabul etmesi gereken bir gerçek var: çevremizdeki dünya sayısız toz ve parçacıkla doludur. Günlük hayatımızda yalnızca mikroplastiklerle değil, aynı zamanda solunum ve sindirim sistemimiz aracılığıyla vücudumuza giren pek çok farklı mikropartikülle de sürekli temas halindeyiz. Bilimsel olarak kanıtlanmış zararlı maddeler arasında mikroplastikten çok daha tehlikeli olan "mikropas", "mikrokum", "mikroasfalt", ağır metal tuzları ve çeşitli organik-inorganik mikropartiküller bulunmaktadır. Ayrıca bu parçacık karışımının içinde alerjenler ve zararlı mikroorganizmalar da yer alabilir.

    Vücudumuza giren mikropartiküller arasında gerçekten tehlikeli olanlar mikroplastikler değil, kimyasal olarak aktif maddeler ve mikroorganizmalardır. Örneğin, gerçek anlamda korkutucu olan en tehlikeli 100 mikropartikül listesinde, hıyarcıklı veba bakterileri (2–3 mikrometre boyutunda) veya antibiyotiklere direnç kazanmış ve ameliyat sonrası sepsise neden olarak ölümcül vakalara yol açabilen stafilokok bakterileri bulunmaktadır. S. epidermidis adlı stafilokok bakterisinin boyutu 0,5 ila 1,5 mikrometre, tüberküloz bakterisinin boyutu 0,5 ila 3 mikrometre, COVID-19 virüsünün boyutu ise 0,05 ila 0,2 mikrometre olarak ölçülmüştür.

    2019 yılında, Alaşıta’daki tatil bölgesinde PM10 mikropartikülleri (2,5 ila 10 mikrometre büyüklüğündeki parçacıklar) üzerine bir araştırma yapıldı. Bu incelemelerde toprak örneklerinde kadmiyum, kobalt, berilyum, stronsiyum, kurşun, bakır (özellikle bağcılıkta kullanılan kimyasallar nedeniyle) ve arsenik bileşikleri tespit edildi. Hatta bu temiz kıyı şehrinde bile yol tozundaki PM10 fraksiyonunda bulunan ortalama benzo(a)piren seviyesi 238 ng/g olarak ölçüldü. Bu değer, sağlık standartlarına göre belirlenen maksimum izin verilen konsantrasyondan (PDC) neredeyse 12 kat daha fazladır. Benzo(a)piren, 1. derece tehlikeli bir madde olup en güçlü kanserojenlerden biridir. Vücuda girdiğinde birikerek mutajenik, embriyotoksik ve hematotoksik etkilere neden olur. Yani, doğum kusurlarına ve kan dolaşım sisteminin bozulmasına yol açabilir.

    Yaklaşık tahminlere göre, yayınlanan verilere dayanarak Moskova’daki alt kat seviyesindeki her bir metreküp havada yaklaşık 1 milyon farklı PM2.5 toz partikülü bulunmaktadır. Bu parçacıklar kum ve metallerden canlı ve ölü bakterilere kadar oldukça farklı kökenlere sahiptir.

    Elbette, şehir tozu insan sağlığı için zararlıdır. Ancak, içerisindeki mikroplastikler, benzo(a)piren veya patojenik mikroplarla kıyaslandığında oldukça zararsız görünmektedir. Polietilen, polipropilen ve diğer yaygın polimerler kimyasal olarak inerttir, yani insan vücudu ile reaksiyona girmezler. Bu yüzden, plastik gıda ambalajlarından tıbbi nakil materyallerine kadar geniş bir kullanım alanına sahiptir ve kan, kemik ve kas dokusu ile doğrudan temas edebilen tıbbi implantlar bile plastik bazlı malzemelerden üretilmektedir.

    Objektif bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak, gelişmiş ülkeler hava kirliliği ile mücadele etmektedir. Örneğin, AB ülkeleri yıllardır yakıtlardaki kükürt oranını azaltmak için sıkı düzenlemeler getirmektedir. Euro-4, Euro-5 ve Euro-6 standartları gibi giderek daha katı hale gelen düzenlemeler bunun bir örneğidir. Ancak kükürt bazlı aerosollerin zararlı olduğu şüphesiz olsa da bunlardan tamamen kurtulmak mümkün değildir. Bunun yerine standartların sıkılaştırılması özel araçlardan toplu taşımaya ve lojistik sektörüne kadar ulaşım maliyetlerinin ciddi şekilde artmasına yol açmıştır. Bu da ortalama bir ailenin sağlıklı yaşam için gerekli diğer faktörlere, yani kaliteli gıdaya, ilaçlara ve kırsal bölgelerde dinlenme imkanlarına erişimini zorlaştırmaktadır.

    Mikropartiküller Nasıl Ölçülüyor?

    İnsan yaşamının tozdan tamamen arındırılmış bir ortamda sürdürülebileceğine dair kontrollü deneyler bulunmamaktadır. Şehir havasındaki toz parçacıklarının bir kısmının mikroplastik olduğu bilinmektedir. Ancak bu oranı kesin olarak ölçmek oldukça zordur ve genel toz kütlesi içinde son derece düşük olduğu tahmin edilmektedir. Mikroplastiklerin zararlı olduğuna dair güvenilir bilimsel veriler bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra mikroplastiklerin herhangi bir ortamda hangi oranda bulunduğuna dair yapılan ölçümlerin doğruluğu da şüphelidir.

    Temmuz 2024’te, ABD yönetimi "plastik kirliliği" sorununu çözmek için bir plan açıkladı ve bu plan, BM uzmanlarının mikroplastiklerin zararlarına ilişkin raporlarına dayandırıldı. Ancak bu iddiaların güvenilirliğini sorgulatan en büyük etken, ABD’de mikroplastiklerin PM2.5 partikülleri içindeki konsantrasyonunu ve kimyasal bileşimini belirlemeye yönelik resmi olarak onaylanmış herhangi bir ölçüm yönteminin bulunmamasıdır. Günümüzde her laboratuvar bu ölçümleri kendi yöntemleriyle gerçekleştirmektedir. Söz konusu plan, farklı ortamlarda mikroplastik ve nanoplastiklerin standart yöntemlerle miktarlarının belirlenmesine yönelik çalışmaların başlatılmasını içermektedir.

    Mikropartikül yoğunluğunu belirleme yöntemleri uzun zamandır bilinmektedir. Rusya’da hava içindeki PM2.5 partikül konsantrasyonu, GOST R 70230-2022, GOST R 56929-2016 ve Rospotrebnadzor’un MUK 4.1.3242-14 Metodolojik Yönergeleri doğrultusunda belirlenmektedir. GOST standartları, havadan toplanan toz partiküllerinin filtreler üzerinde biriktirilmesi ve ardından mikroskop altında fotoğraflarının çekilip matematiksel analizinin yapılmasını öngörmektedir. Ancak bu yöntemin doğruluğu yalnızca %20 olarak değerlendirilmektedir.

    MUK yönergelerine göre, partikül miktarı lazer kırınım yöntemiyle belirlenmekte ve bu yöntemin doğruluk oranı %25 olarak açıklanmaktadır. Ancak bu ölçüm yöntemleri yalnızca ortamdaki partikül konsantrasyonunu belirler, partiküllerin hangi maddelerden oluştuğunu tespit edemez.

    Mikropartiküllerin kimyasal bileşimi, kütle spektrometrisi yöntemleriyle belirlenebilir. Bu yöntemle, örnek alınan toz veya sudaki askıda katı maddeler filtrelere toplanır ve ardından hangi kimyasal elementleri içerdiği ve bu elementlerin hangi oranlarda bulunduğu analiz edilir. Ancak bu elementlerin 20 mikrometre mi yoksa 1 mikrometre büyüklüğündeki parçacıklarda mı bulunduğu konusunda kütle spektrometrisi herhangi bir bilgi sağlamaz.

    Bu nedenle, mikroplastiklerin diğer mikropartiküller arasındaki oranını belirlemeye yönelik mevcut yöntemlerin doğruluğu oldukça düşük olup belirsizlik payı oldukça geniştir. Bunun bir sonucu olarak, bilimsel literatüre zaman zaman şüpheli ve çelişkili deney sonuçları yansıyabilmektedir.

    Moskova’da gerçekleştirilen yakın tarihli bir araştırma, farklı kaynaklardan gelen mikropartiküllerin mevsime bağlı olarak nasıl dağıldığını göstermiştir.

    Havada bulunan mikropartiküllerin miktarı ve bileşimi hakkındaki hiçbir araştırma verisi güvenilmez olarak suçlanamaz. Bunun nedeni, ölçüm yöntemlerinin oldukça değişken olması ve elde edilen sonuçların hava koşulları, örnekleme zamanı ve yeri, rüzgarın şiddeti gibi birçok faktöre bağlı olarak büyük farklılıklar göstermesidir. Aynı sebeple, yayımlanan tüm sonuçlara körü körüne inanmak da anlamsızdır; belki araştırmacılar haklıdır, belki de değildir. İnanıp inanmamak tamamen kişisel bir tercihtir.

    Herhangi bir araştırma sürecinde, hemen her ortamda mikropartiküller bulunabilir. Bunun sebebi, ölçüm cihazlarının tüm parçalarının havayla, dezenfektan ve yağ çözücülerle (örneğin alkol, aseton, dört klorlu hidrojen) temas etmesidir. Milyonlarca rastgele parçacık arasında plastik, virüs, stafilokok bakterisi, bakır, kurşun veya hatta altın bulunma olasılığı neredeyse kesindir. Kısacası, eğer bilim insanlarına belirli bir mikropartikülü belirli bir yerde bulmaları için görev verilirse, büyük ihtimalle o parçacıkları tespit edeceklerdir.

    Plastik malzemeler, hidrokarbon molekülleri ve ek katkı maddelerinden oluşur. Günümüzde kullanılan kütle spektrometrisi yöntemleri, havadaki bir hidrokarbon molekülünün kaynağını kesin olarak belirleyemez. Bu molekülün aşınan lastiklerden, yanmamış yakıttan, fabrika emisyonlarından, ahşaptan, sentetik veya doğal kumaşlardan, biyolojik atıklardan ya da denizde kalan balıkçı ağlarından geldiğini anlamak mümkün değildir.

    Mikroplastikler zararlı mı?

    Mikroplastiklerin insan sağlığına gerçek bir zarar verdiğini gösteren, güvenilir ve uzman değerlendirmelerinden geçmiş herhangi bir araştırma bulunmamaktadır. 2019 yılında Dünya Sağlık Örgütü, mikroplastiği sağlık için bir tehdit olarak görmemiştir ve o zamandan bu yana bu konuda resmi görüşünü değiştirmemiştir. Bazı araştırmacılar, mikroplastiklerin kanser hastalıklarının gelişiminde bir faktör olabileceği hipotezini öne sürmüş olsa da, Temmuz 2024’te Rusya Sağlık Bakanlığı bu bilgiyi yalanlamış ve bu hipotezi destekleyen hiçbir güvenilir kanıtın bulunmadığını açıklamıştır. Mikroplastik, tıpkı diğer plastik türleri gibi kimyasal olarak inerttir, yani insan vücudu ile reaksiyona girmez. Dahası, bizler sürekli olarak benzer boyutta, doğal kökenli toz parçacıklarıyla temas halindeyiz. Mikroplastiklerin insan vücudu üzerindeki etkisinin bu doğal toz parçacıklarından farklı olup olmadığı henüz kesin olarak belirlenmemiştir.

    Son yarım yüzyılda çevredeki mikroplastik miktarı hızla artmıştır. Bununla birlikte, binlerce farklı katı, sıvı ve gaz halindeki insan kaynaklı kirletici madde de çevreyi giderek daha fazla etkilemeye başlamıştır. Ancak aynı dönemde, sanayileşmiş ülkeler de dahil olmak üzere dünya genelinde ortalama insan ömrü belirgin şekilde uzamıştır. Bu durum, insan kaynaklı kirliliğin faydalı olduğu anlamına gelmese de, modern yaşamın sunduğu tüm olumlu faktörlerin yalnızca olumsuz etkileri telafi etmekle kalmadığını, aynı zamanda birçok ülkede genel sağlık seviyesini de iyileştirdiğini açıkça göstermektedir.

    Kimyasal olarak aktif ve son derece tehlikeli maddeler, yalnızca insan faaliyetleri sonucunda değil, aynı zamanda doğada da muazzam miktarlarda oluşmaktadır. Bu maddelerin başlıca kaynakları orman yangınları ve volkanik patlamalardır. Her türlü organik materyalin yanma ürünleri toksiktir, ancak volkanik faaliyetlerin oluşturduğu maddeler çok daha zararlıdır. Her volkanik patlama, atmosfere milyonlarca hatta milyarlarca ton son derece toksik mikropartikül salar. Daha sonra bu parçacıklar okyanuslara ve karalara yavaş yavaş çökelir. Bu süreç, 18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nden çok önce ve hatta dinozorlar çağında bile yaşanmıştır.

    Tozdan korunmak, en doğal koruma alanlarında bile mümkün değildir. Orman ve kır havasının sağlığa faydalı olduğu düşünülse de, çiçeklerin yaydığı polenlerin boyutu 2,5 ila 250 mikrometre arasında değişmektedir ve bunlar da mikropartiküllerdir. Üstelik birçok insanda alerjik reaksiyonlara yol açmaktadırlar. Bazı bireyler çam ormanlarına karşı hassasiyet gösterirken, uzun süreli maruz kalmaları sonucu bayılma vakaları bile kaydedilmiştir. Orman ve kır havası, bitki ve hayvanların doğal olarak parçalanması sonucu oluşan sayısız mikropartikül içerir. Bu arada ev tozu akarları gibi birçok böceğin boyutu da oldukça küçüktür, genellikle 100–150 mikrometre civarındadır. Bu nedenle nefes alırken özellikle ağız yoluyla solunduğunda fark edilmezler.

    Okyanusa sürekli olarak karadan büyük miktarda atık taşınmaktadır ve bunların arasında plastikler de bulunmaktadır. Plajlarda boş şişe ve bardakların atılması hoş bir durum olmasa da, asıl çevre sorunu bu değildir. Çeşitli tahminlere göre, Büyük Pasifik Çöp Alanı'ndaki büyük plastik atıkların %75 ila %86’sını balıkçılıkla ilgili atıklar oluşturmaktadır. Bu atıkların başında, çoğunlukla plastikten üretilen eski balıkçı ağları gelmektedir. Yeraltı suları, nehirler ve okyanuslar üzerindeki en büyük kirlilik kaynaklarından biri de yetersiz altyapıya sahip çöp sahalarıdır. Zemin yalıtımı ve drenaj sistemleri olmadan inşa edilen bu tesisler, zamanla ciddi çevresel kirliliğe yol açmaktadır. Ayrıca kasırgalar ve seller, güzergahlarındaki tüm şehirleri yok edebilir ve milyonlarca ton enkazı okyanusa sürükleyebilir. Plastik bu devasa enkaz kütlesinin yalnızca küçük bir kısmını oluşturmaktadır, ancak sudan hafif olduğu için yüzeyde kalır. Bu da okyanusun yalnızca plastik atıklarla kirlendiği izlenimini yaratmaktadır.

    Çoğu nehir, okyanuslardan çok daha kötü bir durumda. Bu gerçekten ciddi bir çevre sorunudur. Ancak eğer sihirli bir şekilde nehir suyunda yalnızca mikroplastik kalıp tüm diğer kirleticiler yok olsaydı, dünya adeta bir ekolojik cennet olurdu. Ne yazık ki kıyı şehirleri ve sanayi tesisleri, birçok nehri farklı kökenlere sahip mikropartiküllerle dolu bir kimyasal ve biyolojik zehir karışımına dönüştürmektedir. Örneğin, Paris’ten geçen Seine Nehri'nin suyu, son yüz yıldır yalnızca içme suyu için değil, yüzmek için bile uygun kabul edilmemektedir. 2024 Olimpiyatları sırasında, nehir yatağında uzun süren temizlik çalışmalarının ardından birkaç cesur kişi burada yüzmeye cesaret etti. Sonuç olarak kimse ölmedi, ancak bazıları hastalandı ve çoğunlukla Escherichia coli (E. coli) bakterisine bağlı bağırsak enfeksiyonlarına yakalandı.

    İnsanlığın teknolojik gelişimi sırasında ortaya çıkan su ve hava kirliliği kaynakları arasında, mikroplastik muhtemelen en az zararlı olanıdır. Toplam kirlilik kütlesi içinde miktarı oldukça düşüktür ve diğer birçok kirleticinin aksine, canlı hücrelerle doğrudan etkileşime girmez. Bu yüzden medyada mikroplastiklerin korkutucu zararları hakkında haberler okuduğunuzda, bu makaleyi hatırlayın.

    17 February 2025
    paylaşmak:
    Yazdır

    Konu Hakkında ve Dahası